Ölüm-doğum döngüsü, insanlık tarihi boyunca en merak edilen konu olabilir. Çünkü insanlığın en büyük korkusu, öldüğünde bir tabutun içinde yalnız başına karanlıkta, toprağın altında kalma korkusu mudur sahiden? İnsan, en derinlerdeki bu korku nedeniyle mi sosyalleşme ihtiyacı hisseder, bir arada yaşar? Yani insanları bir araya getiren şey, ölüm korkusu mudur?

Eski çağlarda simyacılar ve astrologlar, ölümü ve doğumu insan adına daha anlamlı kılabilmek için astroloji dediğimiz sembolleri üreterek, insan kaderini okumaya çalışmışlardır. Aslında astroloji, eskiden, tarım ilişkileri düzenlemek, tarımın kaderini öğrenmek için kullanılan bir matematik sistemidir. Astrolog da gökyüzündeki hareketli nesnelerin hesapamalarını yapan kişidir sadece; yani bir matematikçidir. O hesaplamalara anlam katanlar ise felsefeyi de çok iyi bilen, ölüm-doğum döngüsü üzerinde çalışan filozoflar, simyacılardır. Simyacılar, gökyüzündeki hareketlere göre, halka öneri ve uyarılar veren kişidir. Babil simyacıları, “Toprağın kaderini gökyüzünden okuyabiliyorsak, insanın da kaderini okuyabiliriz.” düşüncesiyle, astrolojiyi insan için de kullanmaya başlamıştır. Çünkü Babil simyacısına göre topraktan çıkan her şeyin kaderini gökyüzü gösterir; insan da topraktan geldiği için astroloji, insanın da kaderini gösterir.

Astroloji sembollerinin hiçbirini astrologlar üretmemiştir. Tarımın kaderi belirlenirken, çember şeklinde bir natal chart da kullanılmıyordu. Semboller simyacılara aittir ve hepsinin de birbiriyle bağlantılı anlamları vardır. Yani günümüzdeki astroloji, simya dilini kullanır.

Reenkarnasyon Döngü ve Karşıt Açı

Astroloji ve Reenkarnasyon Araştırmacısı Sosyolog Sevgi Alis Yıldırım der ki; “Eğer bana; reenkarnasyon döngüsünü anlatan ve geçmişin anahtarı olabilecek bir sembol çiz, deselerdi; cevabım, Astroloji’deki karşıt açı sembolü olurdu.”

Astroloji Dünya’yı merkeze alır ve onun etrafında dönen nesnelerin birbirlerine olan pozisyonlarını inceler. Gökyüzünde hareket hâlindeki nesneler birbirlerine açılar yapar. Karşıt açı, gökyüzündeki nesnelerin belirli uzaklıklar baz alınarak birbirlerini tam karşıdan görme hâlidir. Astrolojide bu karşı karşıya olma hâli; zıtlaşma, açık düşman, kral çıplak olarak tanımlanır. Yani bu iki gezegen birbirlerinin her hâlini biliyor, olduğu gibi görüyordur. Ancak simyacılar karşıt açı sembollünü çizerken düşmanlık enerjisinden bahsetmiyordu. İki farklı kutbun birbirine kavuşma arzusuna işaret ediyordu: Karanlık aydınlığını, aydınlık karanlığını arzular. Yani bu bir aşk sembolüdür.

Karşıt açı sembolü

Alttaki çember Dünya, üstteki çember ise Güneş’tir. Dünya, Güneş’in karşısında 23 derece 27 dakika eğim göstermeseydi, reenkarnasyon başlayamazdı. Güneş’in karşısında (aydınlığın karşısında) Dünya (karanlık) vardır. Yaşam zıtlıklar; yani dualite üzerine kuruludur. Güneş olduğu için Dünya vardır. Dünya, Güneş’in gölgesidir, karanlığıdır. Yaradan var diye, Güneş var, Güneş var diye Dünya var, Dünya var diye Ay var ve Ay var diye kim bilir başka neler var? Her şey bir diğerinin sebebidir. Güneş’in aynası Dünya’dır, aydınlığın aynası karanlıktır. Yani Güneş, bedenlenmek istediği için Dünya var. Bu yaşamda reenkarnasyonun temel tezi budur. O nedenle reenkarnasyonun ilk ve en büyük sembolü karşıt açıdır.

Eski inançlarda Dünya’yı hep bir hor ve hakir görme hâli vardır. Hor ve hakir görme hâli insanoğlunun kibrinden değildir. Yaradan, kendini ısı ve ışık kaynağı olarak Güneş’te yansıtır. Dünya da Güneş’in karanlık yanıdır. Güneş demek, Tanrı demek değildir. Reenkarnasyon konuşurken kullanılan “Tanrı” kelimesi ile semavi dinlerdeki Yaradan’dan bahsedilmez. Reenkarnasyon teorisinde “Tanrı”, Yaradan’ın yarattığı enerjilerin en yüksek mertebesi anlamında kullanılır. Reenkarnasyon döngüsünde Rudolf Steiner’ın da belirttiği gibi, Yaradan’ı algılamaya insan aklı yetmez, insanoğlu algılayabildiği kadarıyla, sadece Yaradan’ın yansıttıkları üzerinde konuşabilir. O nedenle mitolojik söylemiyle Güneş, Tanrı’dır derken, kastedilen, “Güneş’i Yaradan olarak kabul etmek” demek değil, “Güneş’e tapmak” hiç değildir.

3. Hermes ve Pisagor

Hermetizmin babası Hermes’tir. Hermes Trismegistus, Hermes’in yeryüzünde 3. kez bedenlenmiş enkarnasyonudur denir. Zerdüşt Peygamber, 3. Hermes’in dedesidir. Hermes’i gerçekten anlamak isteyenler Mısır’daki tapınakları, Adonai tapınağını inceleyebilir, Pisagor’u okuyabilir. Çünkü Pisagor hikayesine göre, kahinlerin müjdelediği kutsal kişilerden biridir. Pisagor, karmasını hatırlayarak Zerdüşt Peygamber’in kapısını çalar ve başrahiple çalışmaya başlar.

Rudolf Steiner Ve Reenkarnasyon

Doğu toplumlarında reenkarnasyon döngüsüne dair rastlanan ilk semboller, Keldaniler ve Babillilere aittir. Ancak günümüzde çok uçuk, kaçık ve hayali bir şeymiş gibi gösterilmeye çalışılsa da reenkarnasyon, aslında sosyolojinin çalışma alanıdır. Konu ölüm; ölüm-insan, ölüm-toplum ilişkisidir. Yani reenkarnasyon üzerine çalışmalar yapmak, bilim insanlarının işidir. Bu alanda araştırmalar yaparken, filozoflarla ve antik metinlerle de çalışmak zorunludur. O nedenle, uzun yıllar boyunca ölüm-doğum döngüsene dair araştırmalar yapan Rudolf Steiner, Doğu ve Batı’yı sentezlemeyi başarması ve reenkarnasyonu derli toplu bir şekilde aktarması açısından önemli bir filozoftur.

Steiner araştırma yaparken aslında “karşıt açı” sembolünün peşindeydi ve yolu, yakın arkadaşı Friedrich Nietzsche gibi Zerdüşt Peygamber’in kapısına düştü. Yani Hermes’in dedesinin… Çıktığı bilgiyi bulma yolunda Rudolf Steiner; karşıt açı ile Güneş-Dünya ilişkisi üzerinden sembolize edilerek anlatılan tanrı, ölüm-doğum, reenkarnasyon döngüsü ile ilgili bilgilerin insan türüne ait değil, insan soyundan önceki uygarlıkların bıraktığı bir miras olduğu sonucuna vardı. İnsan soyundan önceki dönemlere kadar inen Steiner, kök soylara ulaştı. Ona göre bu kök soylar, insan ruhu değil başka bir enerji taşıyorlardı ve hepsinin Dünya’nın çakralarını(1) güçlendirme ile ilgili görevleri vardı(2).

Lemuryalılar: İskandinav mitolojisinde “Elf” olarak bilinirler. Hayvan yemiyorlardı. Çünkü hayvan yemeyi bilmiyorlardı. Özellikle vejetaryenliği dayatmıyorladı. Hayvan yemek o dönemde daha keşfedilmemişti(3). Çiçekleri / bitkileri çoğaltmak için var olmuşlardır; yani Dünya’nın ikinci çakrasını güçlendirmek için. Ne kadar zaman yaşadıkları bilinmiyor. İkinci çakra çok kuvvetlendiği için artık yoklar(4).

Atlantisliler: Dünya’nın 3. çakrasını kuvvetlendirmeye gelen kök soydur. 1 milyon yıl yaşadıkları söylenir. Dünya’daki hayvan gücünü aşırı yükselttikleri için bitkilerin zarar görmesine de neden olmuşlardır. Yani 3. çakra, 2. çakraya zarar vermeye başlamıştır. Bu dönemde Druid rahiplerinin, kehanetlerinde insan ırkının geleceğini müjdeledikleri söylenir.

Ariler, Rmoahallar, Toltekler, Turaniler, Akatlar, Samiler ve Moğollar insan ırkı olana kadar Dünya’da yaşan diğer kök soylar olarak anlatılır.

Rudolf Steiner’e göre, tüm bu kök soylar, Dünya’nın 2. ve 3. çakralarının kuvvetlenmesi için, insan ise Dünya’nın 4. çakrasını kuvvetlendirmek için var olmuştur.

Titan Çağlarındaki Kod

Mitolojide Titan çağları vardır. Birinci Titan Çağı, Uranos yani Uranüs’tür. İkinci Titan Çağı, Cronos, yani Uranüs’ün oğlu Satürn(5).

Peki Titan çağları ile kodalanan nedir?

Güneş kendi enkarnasyonunu sağlamak için sırılsıklam gölgesine (karanlığına, kendi cehennemine) muhtaçtır. Güneş’in (aydınlığın) gölgesi Dünya’dır. Uranüs diyerek romantik bir hikâyeyle kodlanan şey ise, Dünya’nın var olabilmesi için yani Güneş’in gölgesinin yaratılabilmesi için patlayan şeydir. Uranos, o ilk andır. O nedenle Uranüs, astrolojide “an” olarak öğretilir. Big Bang Teorisi de budur. O nedenle astrologlar, Uranüs’ü ani ve şok edici olarak kodlamıştır. Hiç kimsenin öngörmediği şeyler, o nedenle Uranos ile bağlantılıdır.

Güneş ile Dünya arasında aydınlık karanlık ilişkisi yokken Dünya, (Güneş’in gölgesi değilken, Güneş’in gölgesi Satürn iken) bambaşka bir şeyin gölgesidir ve bambaşka bir hâlde yaşar. Canlılar Dünya’ya enkarne olmaya gelir ve o zamanlar yaşam yeraltındadır. Bu Dünya’nın ilk sakinleri ise çiçekler (şu anki çiçekler / bitkiler değil) ve taşlardır.

Bilinmeyen bir tarihten bu yana, “Dünya, ölüler diyarıdır.” deniyor. Neden Dünya cehennem, ölüm diyarıdır? Çünkü Dünya var olduğunda ısı ve ışık yoktur. Henüz katılaşmamış bir hâldedir ve sadece kendine özgü bir yanma vardır. Isı ve ışık yok, derken anlatılmak istenen; Güneş’in ateşi ve ısısı Dünya’yı bu şekilde görmemesidir. O zamanlarda yeryüzü yaşamı Satürn’de, Venüs’te vardır. Güneş’in gölgesi onlardır. İşte bu bilgileri tartışan, Rudolf Steiner’dır.

Titan çağı, mekanı kurgulayan Uranüs ile başlar. Uranüs, ölümün bedenlenmesine yol açan enerjiye sebep olur. Mekan, yani toprak, yani Satürn, Uranüs’ten doğar. Uranüs, ikinci titan kuşağını, zamanın sırrını bilen Satürn’e devreder. Satürn zamanı başlatır. Yani Dünya, üzerinde yaşadığımız Dünya’ya dönüşür. Sonra o dönem de biter ve Zeus (Jüpiter) dönemi başlar. Yani öngörülü olma çağı başlar(6).

Rudolf Steiner, yaptığı araştırmalarda, titan dönemleri başlamadan önce de başka gezegen alemlerinden bilgilerin tinler alemine taşındığını öğrenmiştir. Yani Dünya, daha gelmeden önce Dünya müjdelenmiştir. Tıpkı Atlantislilerin büyük inisiyeler olarak insanı müjdelediği gibi… Çünkü Dünya’nın, evrenin en güçlü noktası olması için 4. çakranın güçlenmesi gerekir. İnsan, bu nedenle Dünya’da vardır. Dünya’nın 4. çakrasını oluşturmak için gönüllü olarak tinler aleminden yeryüzüne gelen insan ruhu, aynı zamanda kendi tekamülünü de amaçlamıştır.

İnsan ve Ruh

“Ruh nedir, Ruhun kaynağı nedir?” sorusu çok güçlü bir sorudur. Bu soru üzerine Psikoloji Bölümü kurulmuştur. Ruh, eski düşüncelerde, davranış olarak nitelendirilir. Kimisi, “Ruh yoktur, mekaniktir.” der, kimisi de “Hayır, ruh vardır. Beden ve ruh ayrıdır”.

Rudolf Steiner, insanın temelde 4 bedeni olduğunu söyler. İnsanın 4 bedeni Dünya’nın 4 çakrası ile temsil edilir. En güçlü beden, fizik bedendir. Toprakla uyumludur, o nedenle gittikçe yaşlanır ve toprağa döner. Diğer bedenler ise, eterik beden, astral beden ve benlik (yani akaşik kayıtlar denen alan, tinler alemi)…

Steiner dikey zamana Tinler Alemi der. İnsan ruhu dikey zamandandır, yani tinler alemindendir. İnsan ruhunun, bu Dünya’dan önce değişik yer ve gezegenlerdeki formlarının bilgisi, tinler aleminde kayıtlıdır. Bu kayıtlara Akaşik Kayıt(7) denir. Akaşik kayıt, insanın insan formuna bürünmeden önceki her hâl ve formunun bilgisidir. İnsan ruhu olduğu hâle dönüşmeden önceki hâllerin bütün kayıtları oradadır. Bilgileri var olsa da bir önceki ya da bir sonraki insan yaşamları için akaşik kayıtlara başvurulmaz. Dünya’ya inisiye edilmek istenen tasarımların bilgisine ulaşmak için başvurulur. Unutulmamalıdır ki; daha önce hiç yapılmamış bir şey, Dünya’da üretilemez. Dünya’da hiçbir şey sıfırdan var olamaz ama sıfırdan çıkabilir(8).

Dünya, yatay ve dikey zamanın kesişme noktasıdır. Anne hamile kalır ve insanın dünyevi yanı oluşmaya başlar. Dünya’nın 3 çakrası elbirliği ile o kutsal kasenin içinde, yani Venüs alanında insan bedenini yaratır. Cenin oluştuğunda ilk kalp oluşur. Orası insanın kara deliğidir(9); yani ruhun giriş kapısı. 6. ayda anne birden bir tekme hisseder. İşte o tekme, ruhun bedene giriş anıdır, denir. O nedenle herkes kendi kara deliğinden doğar. Dolayısıyla kalp, ruhun tinler aleminden gelip ilk geçtiği kapıdır. Sonra da ruh, omurgaya yerleşir ve her yeri ele geçirir.

Rudolf Steiner’e göre beynin işlevi, kişinin dikey zamanla bağını kurmaktır. Çünkü, beyin tinler alemine ait bir organdır. O nedenle her insanın akaşik kaydı bedeninin çevresinde döner, gökyüzünde değil. Örneğin bütün karmalar, 7. çakradadır. Her kişinin kişisel akaşik kayıdı tepe çakrasındadır, yani Satürn alanındadır. İnsan bedenindeki dikey zaman alanı; tepe çakrada başlayıp oradan soğancığa, oradan da omurilikten kök çakraya kadar iner. İnsan Dünya’daki yaşamı boyunca en güçlü bedeni, fizik bedeni ile (niyetli eylemler yapıp kararlar alarak) karma yaratır, eterik beden de insan uykudayken o tasarımları alır ve astral aracılığıyla akaşik kayıtlara taşır.

Hermetizm ve Reenkarnasyon

Reenkarnasyon, asla tekrardan doğuş değildir. Reenkarnasyon teorisi kavrandığında kişinin yeniden doğuşu söz konusu olmadığı anlaşılır. Konu çok daha derindir. Reenkarnasyon kişinin, her defasında yepyeni biri olarak Dünya’ya geldiğini söyler. Kişi her hayatta yepyeni biridir. Kişinin, aynı aileye, şehre, ülkeye doğma potansiyeli vardır ama asla aynı kişi olarak doğamaz. İnsanın defalarca enkarne olan ve geçmiş hayat ile bağlantı kuran bizzat ruhun tamamı değildir. Reenkarne olan, yani yeniden gelen, bu yeni senaryoya katılan bir taraf vardır. Kişinin reenkarne olan tarafı sadece helalleşmeden ardında bıraktıklarıdır denir.

Hermetizmin tek bir derdi vardır: İnsan ömrünü nasıl uzatılır? Bütün temel tezini, insan ömrünü uzatmak üzerine kurar. Hermetizm ile ilgilenenler aslında bunun peşindedirler. Hermetikler ruhun tekamülünün takip edilebilir olduğuna inanmışlardır. Bunun içinde gökyüzünün hareketliliği takip edilmelidir demişlerdir…

  1. Dünya’nın 4 çakrası vardır: Taş, çiçekler/ bitkiler, hayvanlar ve insanlar.
  2. “Kozmik Hafıza” kitabında kök soylar daha fazladır ama en aktif ve hızlı çalışan ve mirasları günümüze en rahat ulaşanlar bu soylardır. Sevgi Alis Yıldırım tarafından bilerek 9 kök soy seçilmiştir.
  3. Hayvan yemek, insan işidir. 4. çakra aktivasyonudur.
  4. DNA olarak tamamen yok olmaları mümkün değil. Çünkü toprağa karışıyorlar ve insan da topraktan çıkanları yiyor.
  5. Satürn’e “Zamanın Sırrını Bilen Efendi”, “Karmanın Lordu”, denir. Satürn, ‘zaman’ demek değildir. Bu konuya özellikle dikkat etmek gerekir. Zaman, yaratılan değil meydana gelen bir şeydir. Farklı bilgi ve enerji bir araya gelerek, zaman denen akışı, o canlı şeyi meydana getirir. Bu meydana gelen şeyin bilgisine Satürn sahiptir. Satürn, zamanı yaratamaz.
  6. 6. çakra dönemi. İnsan, Jüpiter’e 3. gözden bağlıdır.
  7. Akaşik Kayıt kavramı hep vardı ancak onu layıkıyla tanımlayan yani tanımı insanın kolayca düşünebileceği hâle getiren Rudolf Steiner’dır.
  8. Sıfır, patlama alanıdır. An! Uranüs o nedenle ‘sıfır enerjisi’dir. Oradan neyin çıkıp çıkamayacağı bilinmez. Hiçlik ve heplik. O , sıfırdır. Sıfır diye söylenen şey de daire, çemberdir. Aydınlık ve karanlık metaforu.
  9. Kalp insanın karadeliğidir. Karadelik fotoğrafıyla kalp sintigrafisi görsellerindeki benzerlik de bir hayli dikkat çekicidir.

Paylaş